Laboratuvar, benim teşhisteki yan kolumdur

Geri Dön
Laboratuvar, benim teşhisteki yan kolumdur

2020 yılının son günlerine doğru Güney abiyi aradım ve seninle röportaj yapmak istiyorum dedim. Günü kararlaştırıp Kartal’daki Labarotuvarında buluştuk. Uzun zamandır karşılaşamıyorduk malum Covid-19 pandemisi nedeni ile kimse kimseyle yüzyüze görüşemiyor, seminerler kongreler yapılamadığı için de karşılaşamıyorduk. Yılların hiç de değiştiremediği fiziği ve canlılığı ile ve o bildiğimiz aynı nüktedanlığı ile karşıladı. Bir süre sohbetten sonra laboratuvarda fotoğraf çekimlerine başladık. Anladım ki fotoğraf çektirmeyi pek sevmiyor. Hadi seni ‘köye atayım’ dedi, (yani Pendik Kurna köyündeki evine gidelim demek istedi). Röportajı orada yapacaktık. 

Güney abi, gönlünce kurduğu Kurna köyündeki evinde çok huzurlu. Süs havuzunda renkli balıkları, küçük kümesinde tavukları, uçuşan güvercinleri, ortada dolaşan kedileri var. Ahşap tarzı döşediği evinde tasarım denemeleri için de kendisine bir atölye kurmuş, bir çok şeyi kendisi yapıyor. 

Şöminenin başına oturduk, çıtır çıtır odunlar alev alırken, ara ara sönmesine rağmen ‘ateşle oynamayı seviyorum’ diyerek yeniden yakıyor… 

Adana’da başlayan bir hayat

Öncelikle uyarıyorum; abi bak ses kaydını açtım bundan sonra söyleyeceklerin kayıt altında olacak diye ...! Güney abinin Adanalı Kozanlı olduğunu biliyorum ama Tarzi laboratuvarları öncesi neler yaptığını hiç bilmiyorum. O nedenle ‘Abi gel Adana’ya gidelim’ diyorum. Adana’ya gideceğiz ama kaç doğumlusunuz diye o ilk soruyla başlamak istemiyorum, çekiniyorum biraz zira… Eğitimden başlıyorum; 8 yaşında Adana’dan Kozan’a taşındıklarını ve ortaokulu da orada bitirdiğini, liseyi ise Adana’da tamamladığını belirtiyor. Bir ara doğum tarihi ile ilgili konuya geçiş yaparak 2. Cihan Harbi sonrası diyor… Ailede; baba maliyede memur ve öğretmen bir annenin, 4 erkek ve bir kız çocuktan oluşan yapısı var. Güney abi erkek çocukların en küçüğü. 

Liseyi Adana’da tamamladıktan sonra üniversite sınavında aldığı puan ile tıp fakültesine de girebilecekken “Eşek doktoru” olmak istiyorum diyerek o zamanlar Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ne burslu olarak giriyor. Ailesi ile birlikte Ankara’da yeni bir yaşama başlıyor.

Veteriner fakültelerinin o dönemdeki durumu

“Fakülteleri” dediğim için hata ettiğimi anlıyorum konuşmamızda, o kadar çok veteriner fakültesi var ki alışmışız fakülteler demeye. Güney abi düzeltiyor, o zaman Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi tek idi. Başka veteriner fakültesi yoktu. Biz sadece 50 kişi olarak mezun olduk. Öğretim üyeleri genellikle Almanya’dan gelen hocaların son jenerasyonlarından oluşuyordu. Neredeyse, bir sınıf öğrencileri kadar eğitim görevlimiz vardı. Tüm öğrencileri kucaklar ve harika eğitim verirlerdi. 1969 yılında mezun oldum. 69 mezunlarının bir özelliği daha vardı; şimdiye kadar yılda bir-iki kız öğrenci mezun olurken, bizim dönemde 17 kız öğrenci mezun olmuştu. Sahada da meslektaşlar arasında hiçbir çekişme olmadığı gibi dayanışma çok güçlüydü. 

Şimdi 34 veteriner fakültesi var ve her yıl binlerce veteriner hekim mezun oluyor. Eğitim gittikçe kötüleşmekte, en önemlisi ise biz nasıl yetiştirildik biliyor musun, hocalarımız bize sürekli şunları söylerdi “Ver, ver, ver”, köylüye, yetiştiriciye, hayvancılık yapanlara ne kadar bilgi verebiliyorsan ver, ahırından, bakımına, yeminden suyuna bilgilendir, bilinçlendir, eğit… Okuduğum bir haber beni çok etkilemişti geçenlerde, Bir açılış yapılıyor ve açılışı yapan kişi “33. Veteriner Fakültesinin açılışını yapmak bana nasip oldu” diyor!!! Neyin nasibi bu!!! Neyin hayırı bu..! Bizler “ver, ver, ver” mottosu ile eğitilirken, böylesine bir eğitim sistemi nedeni ile de maalesef ki şimdilerde “Al, al, al” şeklinde yetiştirilmekteler.

Zorunlu hizmetler ve Fransa yolculuğu

1969 yılında mezun olduktan sonra devlet bursu ile okuduğundan mecburi hizmet için Siirt’e tayin edilir. Yılbaşı gecesi yola çıkar ve bir yıl kadar biraz da sıkıntılı geçen Siirt’teki görevini bırakarak Ankara’ya döner ve askerlik görevi için Edirne/Uzunköprü’ye gider.

Askerlik sonrası ilk görev yeri Trabzon’un Tonya İlçesi olur. Tonya’nın o zamanki nüfusu birkaç bin olan bir kasaba. Şimdiye kadar hiç bir veteriner hekim gelmemiş oraya. İlk olarak ben tayin olmuşum. Üstelik fular takan, gitar çalan bir veteriner hekim… Tonya deyince ilk aklıma ne geliyor biliyor musun, mezarlıklarını hatırlıyorum. Mezar taşlarında şöyle yazardı “Vurdi, vuruldi veya mundar öldi” gibi.. Mundar olmak normal ölümü ifade ederdi… 

Bir süre de Vakfıkebir’de görev yaptıktan sonra sınavına girdiği bir bursu kazanır ve Fransa yolu açılır (1973).

Paris ve Vichy’de iki ay dil eğitimi, sonrasında  Toulouse Veteriner Fakültesinde kanatlı hastalıkları konusunda staj yapar. Bir yıl süren Fransa tecrübelerinden sonra Türkiye’ye döner. Bu arada (Güney abinin aslında hep hariciyeci olmak istediğini öğreniyorum).

Neden tavukçuluğu seçer?

O dönemde pek tavukçuluğun olmadığını düşünerek “Abi, nasıl oldu da o dönemde tavukçuluğu seçtin?” diye soruyorum. Aslında Tonya’da iken bir köylü bana gelerek “200 tavuğum var nasıl beslerim?” diye sormuştu, hiçbir fikrim yoktu, o gün sonrasında; ben nasıl olur da tavuk bilmiyorum diye düşünmüş ve bundan sonra kanatlı üzerine çalışmaya karar vermiştim” şeklinde açıklıyor. (Aslında o köylüye teşekkür etmemiz lazım, o soruyu sormasa tavukçuluk sektörümüz kanatlı veteriner hekimliğinde, böylesine değerli bir teşhis ve tedavide öncülük yapan bir uzmana sahip olamayacaktı).  

Kanatlı da uzmanlaşma

Türkiye’ye dönüşte İstanbul/Sultan-ahmet’teki Veteriner İşleri Müdürlüğüne tayin olur. Tavuk Hastalıkları konusunda çalışmaya başlar. Tavukçuluk konusunda bir çok şeyi öğreneceği Rahmetli Nurettin Gürsoy birim yöneticisidir. “Allah razı olsun, çok şey borçluyum” diye rahmetle anıyor Gürsoy’u. 

Gürsoy, o dönemde tavukçuluk konusunda tek isim, Bakanlıktan kendisine iki yardımcı veteriner hekim talep eder. Bunlardan biri Güney Gökçelik diğeri ise tüm sektörün de tanıdığı bir diğer isim; Kaya Demirözü’dür. Sultanahmet Veteriner İşleri Müdürlüğü’nde tavukçuluk konusunda deneyimlerini geliştirirken -Bakanlık emri ile- uzmanlık eğitimi için Pendik Kontrol ve Veteriner Araştırma Enstitüsü’ne atanır (1977).

Pendik’teki uzmanlığını rahmetli Ali Babila’nın yanında yapar. 

Bir süre sonra sınıf arkadaşı olan Birsen Akçadağ’da Pendik Araştırma Enstitüsüne atanır. Aslında saydığımız bu isimler, rahmetli Nurettin Gürsoy, rahmetli Ali Babila, Kaya Demirözü, Birsen Akçadağ ve Güney abi, o dönemlerde gelişmeye başlayan tavukçuluk sektörüne önemli katkılar veren isimleri oluştururlar. Gerek laboratuvar hizmetleri gerekse teşhiste kanatlı sektörünün en büyük destekçisi olurlar. 

1970-1980’lerde tavukçuluk

O dönemlerde tavukçuluk nasıldı abi diye soruyorum, “Bak aklıma yıllar önce aldığım bir not geldi. Sana bunu söylersem tavukçuluğun nasıl olduğunu anlarsın” diyor. O notu aşağıda açıklayacağım ama öncesinden biraz ekleme yapmak istiyorum.

(Editör olarak şu bilgi notunu eklemem gerekir ki; o dönemler (1985) ben de hayvan sağlığı için biyolojik ürünler üreten uluslararası bir aşı firmasında satış müdürü olarak çalışıyorum ve adı geçen isimlerle bire bir tanışıklığımız ve onlara birçok konuda danıştığımız olmuştur. Aşılar, henüz yeni yeni Türkiye’ye   -yasal olarak- ithal edilmeye başlıyordu. Entegreler yok, küçük kesimhaneler, küçük damızlık işletmeleri, küçük kapasiteli yumurta işletmeleri var. Bu işletmelerin çoğu Afyon / Başmakçı, Balıkesir / Bandırma / Edincik, Konya, İzmir, Mersin / Tarsus gibi merkezlerde kümeleşip yoğunlaşmaya başlıyorlar. Entegre sistemi ise Köytür ve Yu-Pi ile gelişmeye başlamıştı. Kuruluş olarak en köklü firmalar ise Pak Tavuk, Banvit ilk aklıma gelenlerden… Genç neslin bilemeyeceği Özanaç, Artavuk, Ördekçioğlu, Altın Tavuk, Tok Tavuk, Taç Tavuk, Mudurnu Tavukçuluk, Emek Tavuk (daha sonra Şeker Piliç olarak entegre olacak) gibi firmalar tavukçuluk sektörü tarihinin temellerinde yer alan kuruluşlardır).

Güney abinin aklına gelen nota dönersek (Atasözleri, anektodları seviyor bu arada. Laboratuvarının bir duvarında da güzel sözlerden oluşmuş bir sürü not yer alıyor. O notların her birinin kendisi için bir anlamı, değeri var). Söz konusu o notta ise şu bilgi yer alıyor: “2.500 kapasiteli broiler çiftliği, 5.000 kapasiteli yumurta çiftliği; ekonomiktir”. Yok yok rakamları yanlış yazılmadı! Yazıyla da yazalım; yüzbinler, milyonlar değil “İkibin beşyüz broiler çiftliği, beşbin kapasiteli yumurta çiftliği; ekonomiktir”. Sektör budur o zamanlarda…. 

Yetiştiriciye, sadece veteriner hekimlik hizmeti vermiyorduk; yeminden kafesine, içme suyundan dezenfekteye kadar her şeyi anlatmak durumundaydık. Bilgi sağlamak için  ne internet ne cep telefonu bunları bir yana bırak, bir kitap bile yoktu okuyup öğrenebilmek için diye ekliyor. 

Türkiye’nin ilk laboratuvarının kuruluşuna doğru yolculuk

Pendik Kontrol ve Araştırma Enstitüsü’ndeki uzmanlık eğitiminin devamında (şimdiki adı ile) Bursa Gıda ve Yem Kontrol Merkez Araştırma Enstitüsü’ne atanır. Henüz iki aylık evlidir, ev İstanbul’dadır iş Bursa’da. Sıkıntılı bir durumdur ve mutsuz olur. Bunun üzerine devlet memurluğu hizmetinden ayrılmak için istifa dilekçesi yazar. Aradan bir süre geçer fakat dilekçeye bir cevap gelmez. Bunun üzerine direk Ankara’ya gider ve doğrudan Genel Müdür ile görüşmek ister. “Öylesine randevusuz Genel Müdür ile çat kapı görüşmeye gittim. Sekreteri beni görüştürmek istemedi, öyle ısrarcı idim ki sonunda Genel Müdür beni kabul etti. Tayin olma nedenini öğrenmek istiyordum. Genel Müdür bana “Bak evladım, sana lojman da hazırladık, burada tavukçuluğu bilen de yok” dediyse de, istifa edip ayrıldım diye açıklıyor.

Türkiye’nin ilk özel laboratuvarının kuruluşu; Tarzi Laboratuvarları

Böylece yaklaşık 14 yıl kadar süren devlet memurluğu da sonlanmış olur. Artık serbest bir bireydir ve bundan sonra kendi meslek yolculuğu, hayatına yön verecektir. Tek başınadır yani arkasında bir ‘devlet’ yoktur. Bir veteriner hekim olarak ilk yapabileceği şey bir klinik açmaktır. İstanbul Aksaray’da mütevazi bir klinik açar (1983), veterinerlik hizmetleri yapmaya devam ederken, o dönemde önemli beşerî laboratuvarların sahiplerinin dikkatini çeker. Bu laboratuvar Tarzi Laboratuvarı grubudur. Tarzi, bünyesine hayvancılık ve gıda sektörünü de eklemek isteğindedir ve bu bölümün Güney abi tarafından yönetilmesini ister. 

Bireysel yolculuğunuza başladığınızda attığınız adımlar, çalışma prensipleriniz, doğruluğunuz, dürüstlüğünüz veya aldığınız tavır her ne ise size, o doğrultuda kapılar açmaya başlar. Aksaray’da açılan ilk klinik ile Güney abi hayat merdiveninin ilk basamağını oluşturur. Hayattaki duruşu ona ikinci ve önemli bir basamağı, hatta farklı bir kapıyı açar. 

Tarzi, 1986 yılında ”Tarzi Gıda Yem ve Hayvan Sağlığı Hizmetleri A.Ş.” adı altında Pendik’te kurulur. Sadece kanatlı değil tüm hayvan sağlığına yönelik hizmetler vermeye başlar. Laboratuvarda gelişmiş yem analizleri, mikrobiyoloji, seroloji ve bir kısım virolojik testleri de yapılabilmektedir. Türkiye’nin ilk özel laboratuvarı böylece kurulmuş olur.     

Kurulmuş olur ancak her ilk olabilmenin avantajlı tarafları olduğu gibi dezavantajları ve zorlukları da vardır. Laboratuvarın kurulmaya çalışıldığı dönemde Bakanlıkça oluşturulmuş bir yönetmelik, özel laboratuvar standartları tam olarak oluşmamıştı. Aylarca süren çalışmalar sonucunda “Özel Hayvan Hastalıkları Teşhis Laboratuvarı” yönetmeliği oluşturularak; Tarzi Gıda, Yem ve Hayvan Sağlığı Hizmetleri A.Ş. adıyla “Dosya No:1 / Sayfa No:1” sayılı ruhsata sahip olur. 

İlk olmak, bir yandan ilgi çekici olduğu kadar diğer yandan da şüphe çekebilirdi. Nitekim, öyle de olmuş. O güne dek, Devlet tarafından verilmiş olan hizmetlerin, özel sektörde de aynı emniyetle sunulabileceğini göstermeye çalışmak, tüm bu şüpheleri cesaretle göğüsleyebilmek gerekiyordu. Tarzi Laboratuvarları, uzun süre verdiği hizmetler sürecinde, yurt içinden ve yurt dışından denetime tabii tutuldu. Ayrıca, Devlet tarafından sübvanse edilmiş fiyatlarının alışkanlığı karşısında, özel sektörde laboratuvarı yaşatabilecek bir düzeyde bile olsa, doğan farkla hizmet verebilmenin güçlükleri de yaşanacaktı.      

Tarzi, Türkiye’nin ilk ve tek özel laboratuvarı olarak zamanla, Ortadoğu’nun, konusunda en büyük laboratuvarı konumuna ulaşır. Tavukçuluk sektörüne bu konularda önemli hizmetler vererek, çalışmalarını 1995 yılına kadar sürdürür.

Hayat yolculuğunuz sırasında farklı taşıtlara inip binebilirsiniz. Amaç, kendi arayışlarınız, istekleriniz doğrultusunda geleceğe doğru ilerleyebilmektir. 1995 yılı, bu yolculukta artık Güney abinin kendi aracına binerek bireysel yolculuğuna devam etme yılıdır. Kendi adına “Protekt Hayvan Sağlığı ve Gıda Kontrol Hizmetleri Ltd. Şti.”ni Pendik’te kurar.

LABORATUVAR HİZMETLERİ VE TEŞHİSİN ÖNEMİ

Güney abi laboratuvar hizmetleri içerisinde ‘teşhis’in altını çiziyor. “Tavuk Hastalıkları Laboratuvarı, Yem Analiz Laboratuvarları olabilir. Biz sadece bir laboratuvar değiliz, biz bir teşhis laboratuvarıyız. Sadece test yaptırmak isterseniz bir çok yerde yaptırabilirsiniz ama bu test sonuçlarını yorumlayıp teşhis koymak farklıdır. Laboratuvar, benim teşhisteki yan kolumdur. Testler, laboratuvarlarda yapılabilir, benim asıl işim; edindiğim tecrübe ve bilgileri laboratuvar analizleri destekleyip, teşhis koymaktır. Bir yerde yol gösterici olarak deneyimlerimi kullanmamdır. Benim en büyük şansım; problemin kliniğini detaylı inceler, buna göre gereken ölü-hasta hayvan yem, kan serumu, altlık vb. gibi örnekleri alır, laboratuvar çalışmalarımla birleştirir, teşhis yaparım” diye laboratuvarda teşhisin önemine vurgu yaparak, şunları ilave ediyor:

“Kabul ederiz ki, sağaltımdan önce “Kesin Teşhis” hekimin sloganı olması gerektir. Beşeri hekimlikte de hekimliğimizde de laboratuvar desteği olmayan teşhislerde yanılgı oranı yüksek olacaktır. Özellikle de günümüz tavukçuluğunun çok sayıdaki ve de sürekli ilave olan hastalıklarında da doğru kararlar verebilmek, salt klinik çabalarıyla yetersiz kalacak ve çoğunlukla laboratuvar verileri ile de perçinlenmesi gerekecektir. Problem yoğunluğu ötesinde, sürülerin sayısal büyüklüğü, hastalıkların aniden çıkıp hızlı yayılabilmesi, bir çok olayda sekonder faktörlerin birlikteliği ya da hemen arkasından devreye girmesi, olayı daha da komplike edecektir. Dolayısıyla, tavuk hastalıklarında eksiksiz bir şema oluşturmak mümkün değildir. Geç kalındığında da gerçek bir işletme patolojisi ortaya çıkar. Daha da önemlisi, laboratuvarın koruyucu hekimlikteki rolüdür. Dışarıda ve ülkemizdeki laboratuvar çalışmalarımda hep bu gerçeği benimsedim”.

Laboratuvar hizmetleri, teşhisten de öte, korumaya yönelik amaç taşımalıdır. Kanatlı hastalıklarında sağaltım genelde ekonomik olmamaktadır. Dolayısıyla, sonuçtaki hastalık nedenini belirleyip ağlaşmak yerine, olumsuzlukları minimize edebilecek sistemi kurabilmek üzere laboratuvardan yararlanmak akıllıcadır. Basit bir örnekle; aynı testleri uygulayarak, bir viral etkenin varlığını da, o viral etkene karşı kanatlıyı korunmadaki immun yapıyı da ortaya çıkarabiliriz. Bu demektir ki; aynı harcamaları “eyvah” ya da “oh” diyebilmek üzere değerlendirebiliriz. Ne var ki biz; bırakın hayvanları, insanlar olarak da dişimizdeki ufak çürükleri halletmek yerine bekler, mahveder ve dişimizden olmak üzere hekime gideriz. Bu alışkanlıkları yıkmaya ve korunmada monitoring programları benimsetmeye çaba harcanmalıdır.

Kanatlı veteriner hekimliği

Abi kanatlı ile o kadar özdeşleştin ki bu konuda neler anlatabilirsin diyorum; “Evet, kanatlı dışında veteriner hekimliği unuttum diyebilirim. Kedim-köpeğim hasta olsa başka bir meslektaşıma baş vuruyorum.                              Elimden geldiğince hep doğruları yapmak istedim. Tarzi Ortadoğu’nun en büyük laboratuvarı oldu ama hep doğrularımı yapacağım diye uğraştım. 

Bak, herkes böyle yapıyor, sen de öyle yap dediler ama hayır, inanmadığım bir şeyi yapmam dedim hep, yapmadım da…!”

Önce eğitime bakmamız gerektiğini vurgulayarak “ipin ucunda oynatılmayı hak ediyor muyuz?” diye soruyor ve şunları ekliyor;

•Bu garip eğitim sisteminde, gerçek şu ki;” fakültelerimiz öğretmiyor, üretiyor” 

•“Bir fakülte bitir evlat” denilerek, puanı bu denli düşük ve de hemen her şehirde var olan fakültelerde, kendini geleceğin, Dallas dizilerindeki çiftlik yöneticisi ya da kapılarında kuyruk olunan klinisyen görüp mezun olan meslektaşlarımızın düş kırıklığı sonu tepkileri, mesleği küçük düşürücüdür:

•Eğitim yetersizliği sonucu da; büyük çoğunlukla, hastalıkları ve doğru yönetimi dönüşümsüz hatalarla öğreneceklerdir.

Bizler, “ver, ver, ver” diye eğitildik diyerek tekrarlıyor, şimdi “al, al, al” diye öğretiliyor maalesef.

‘Paylaşmak’, ‘vermek’ hayat felsefesi oluyor

Eğitimde alınan “ver, ver, ver” mottosu, Güney abi’nin aslında hayat felsefesine de yerleşmiş durumda. Hayatımda hiç bir bilgiyi saklamadım, elimden geldiğince paylaşmaya ve çoğaltmaya çalıştım diyerek                 “Verdiklerin yine senin, sakladıkların ise kaybettiklerin”dir diyor. Bu söz laboratuvarının duvarına da not olarak yazılmış durumda. Benim de beynime röportaj da sonrası kazılan bir vecize oluyor.

Bilmediğimiz yönleri de var Güney abinin; insanlara yardım edebilmeyi, hayır işlerinde de “veren eli, alan el bilmemeli” şeklinde elinden geldiğince yapmaya çalışıyor. Okuduğu bir haber, duyduğu herhangi bir olayda devreye girip yardımlarını esirgemiyor. İhtiyaç sahibi çocuklara burs veriyor. Tanımadığı çocuklar, onlar da Güney abiyi tanımıyor...! 

Aslan; daha çocuklar küçüktü (iki oğlu var) benim de maddi durumum pek iyi değildi, çocuklar benden bisiklet istiyorlardı ve alamıyordum, para biriktiriyordum sadece onlara bisiklet alabilmek için, sonunda bisiklet parasını biriktirip çocuklara müjdeyi verdim, “hadi bisiklet alıyoruz” dedim. O gün yerel bir gazetede okuduğum haber tüm fikrimi değiştirdi. Haberde felçli bir çocuğun tekerlekli sandalyeye ihtiyacı olduğu yazıyordu. Derinden etkilenmiştim. Çocukları karşıma aldım ve durumu anlattım. Şimdi bisiklet almaya gidiyoruz ama bu ‘tekerlekli sandalye’ olacak ve hep beraber gidip bunu teslim edeceğiz dedim. Çocuklarımla birlikte gidip tekerlekli sandalyeye ihtiyacı olan felçli çocuğa yardımımızı yaptık. O çocuğun mutlu bakışlarını hiç unutmadım... 

Annesi öğretmen olduğundan, hatta Ondan bahsederken “Öğretmenlerin öğretmeni” diye bahseder, bu nedenle öğretmenlere de ayrı bir sevgisi vardır. Bir öğretmenin çığlığı vardır bir gazete haberinde; bir dağ köyü öğretmeni öğrencileri için kütüphane ihtiyacından bahseder, yer Diyarbakır’ın Çermik kazasının Kuyu Köyü’dür. Haber sonrası öğretmen aranıp bulunur, kütüphanenin yapılmasını Güney abi üstlenir. İnşaat başlar, kütüphane tamamlanır. Her yerden kitaplar toplanır gönderilir. Dağ köyündeki Kütüphanenin açılışı bir protokol eşliğinde yapılır. Adı ‘Hayat Kütüphanesi’dir. Hayat ise Güney abi’nin annesinin adıdır....

İnsanın yaşamı içinde aldığı ödüller olabilir, ödüller yaptıklarının bir belgesidir. Güney abi’nin aldığı ödüller arasında farklı bir ödül vardır ki; o da ‘Yaşam Boyu Başarı’ seramonisiyle aldığı ödüldür. Bu ödül, 2017 yılında Farmavet International tarafından kendisine armağan edilir.  

Bu duygusal anıların arasında bir sessizlik yaşarız, sadece şöminenin alevlerinden çıkan çıtır çıtır sesleri, sessizliğimize eşlik eder...

Kanatlı sektörü

Güney abi’ye şükranlarımı ve takdirlerimi sunarak “Abi hadi gel, köyümüze -yani konumuza geri dönelim” diyorum. Bana sektörde yapılan doğrulardan/yanlışlardan bahseder misin diyorum.... 

Bir an hekimlik eğitimini kenarda tutalım. Hekimlik gösterisi, insanların kendilerine özgü büyük güçleri gösterebilmek ayrıcalığını tatma davranışı olagelmiştir:

Doğruları, yanlışları meslektaşlarımız arasında en sık duyduklarımız olarak değerlendirelim diyor;  

Sık duyulanlar;

Ben araştıramam, prospektüs bilgileri yeterlidir,

Falancaya da sordum öyle dedi,

Ben yaptım iyi gitti,

Eh bizde az buçuk biliriz,

Şu yaşa gelmiş Veteriner Hekimim,

Hey, falanca yerin müdürüyüm ben,

Bu yaşıma kadar görmedim…

Bunların haricinde veteriner hekimlik görevimizi yerine getirirken bizlere söylenenler vardır;

Bazı Üst Dayatmalar..!

Tecrübeme göre şu ilaçlar daha uygundur…! (Onları tanırım)

O hastalık olamaz, tekrar düşünün (Fikrinizi çabuk değiştirin…!)

Falanca aşının uygulanmasına taraftar değilim…! (İlgili firması değildir)

Uyguluyorsunuz da ne oluyor, aşı uygulamayıverin..! (Nasılsa hastalığı yenemeyecek)

Şu şu laboratuvar testleri gereksizdir, yapılmasın..! (Patrona gösteri)

İlaçlar (Ya da aşılar, dezenfektanlar v.b) falanca yerde daha kalitelidir, oradan alınsın…! (Yurtdışına götürecekler)

Biliniz ki; üç tür danışman vardır;

1) Hastalıklar ve manajment olumsuzluklarından korumak üzere bilgi ve tecrübesini seferber eden,

2) Oluşan problemlere ve de pisliklere karşın, işletmeyi yürütme (Hekimliğe aykırı) önerileri getiren…Unutmayın, bu tercih edilen olacaktır.

3) İşe yaraması önemli değil, reklamasyon için el altında tutulan…

Biliyorsunuz; kenarda bir de KÜHEYLAN bulundurmak durumundasınız. Binemediğiniz, ama yanında yürürken yüceldiğinizi gözlediğiniz, tepilmeyeceğinizden emin olduğunuz, çaresizliklerde kucakladığınız… Yolun doğrusunda koşmada ısrar eden…!

Sevgili okuyucular, size çocukluk yaşamından alıp bugünlere kadar olan hayat yolculuğunu, bildiğimiz bilmediğimiz yönleri ile size Uzman Veteriner Hekim Güney Gökçelik’i anlatmaya çalıştım. Aslında sizler de çok iyi tanıyorsunuz… Ne dersiniz “Güney abi” sektörün KÜHEYLAN’ı değil mi sizce de..?

Dergiyi Görmek İçin Tıkla
Haber ve dergilerin içeriklerini görebilmek için