Geri Dön
Prof.Dr. Ayhan BAŞTAN
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi
Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi
Periparturient dönem, doğumdan önceki ve sonraki 2-3 haftayı kapsayan süreçtir. Bu dönemde meme lobları invole olur ve yeni laktasyon için hazırlanır, fötal gelişim oldukça hızlıdır, inekte fizyolojik ve hormonal birtakım değişiklikler olur.
Modern hayvancılıkta yüksek süt verimli ineklerden 13-14 ayda bir buzağı almak önemli hedeflerden birisidir. Bu süreyi mevsim, hayvanın süt verimi, işletme yönetimi ve bir takım hastalıklar etkilemektedir. Son 50 yılda ineklerde süt verimi yönünden yapılan genetik seleksiyon sonucu, inek başına alınan günlük süt verim miktarı artar iken, dölveriminde düşüşler olmuştur. Yüksek süt verimli ineklerde dölverimindeki düşmenin başlıca nedeni, hayvanların negatif enerji dengesine girmesidir. O nedenle kuru ve postpartum dönemde ineklerde negatif enerji dengesi oluşumu ve bunun dölverimi üzerine etkisi minimize edilmelidir. Negatif enerji dengesi uterus involüsyonu ve ovaryum aktivitesinin başlama zamanını olumsuz etkileyen önemli problemlerin başında gelmektedir. Bu zorluğun üstesinden gelmenin en etkili yolu, kuru ve postpartum dönemde uygun besleme stratejilerinin geliştirilmesidir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde bir laktasyonda inek başına ortalama 3-4 ton süt elde edilerken, yapılan genetik seleksiyon ile (%50-66 oranında genetik iyileşme sağlanarak) yıllık süt veriminde 4 katlık bir artış sağlanmıştır. Bu süreçte süt verimindeki artışın aksine, başta embriyonik ölümler olmak üzere metabolik (hipokalsemi, ketozis, yağlı karaciğer, meme ödemi), enfeksiyöz (mastitis, metritis) ve infertilite (anöstrus, kistik ovaryum, ovaryum fonksiyon bozuklukları vs) problemlerinin görülme oranı artmıştır. Örneğin 1960’lı yıllarda bir ineğin laktasyon döneminde dölverimi ve meme sağlığı problemleri ile karşılaşma riski %5-7 iken günümüzde bu oran %35-40’a çıkmış, besleme hatasına bağlı gelişen ketozis insidensinde önemli artış olmuştur. Bu durumun başlıca nedeni üretim artışını sağlayabilmek için vücudun enerji, vitamin ve mineral madde ihtiyaçlarının karşılanamamasıdır Bu dönemde rumen papillalarının besin maddelerini emme kapasitesinin düşük olması,fötüsün hızlı büyümesi nedeniyle rumen alanının sınırlanması ve değişen hormonal değişiklikler nedeniyle kuru madde tüketiminin azalmasına bağlı enerji, protein ve vitamin-mineral madde ihtiyaçların karşılanamamasına bağlı inekler negatif enerji dengesine girmektedir (Doğumdan sonra süt veriminin artmasına bağlı kuru madde ihtiyacı artmakla birlikte, kuru madde tüketiminde bir artış olmamaktadır (kuru madde tüketimi, kuru dönemin ilk haftalarında canlı ağırlığın %2’si, doğum öncesi son 3 haftada ise canlı ağırlığın %1,4’ü kadar olmalıdır). Doğum sonrası kuru madde tüketimi azalır iken toplam enerji gereksiniminde 4 katlık artış olmaktadır).
Negatif enerji dengesi geliştiğinde, vücut depo yağlarını yıkımlanmaya başlaması ile açığa çıkan NEFA’lar karaciğerde keton cisimlerine metabolize olarak enerji üretiminde kullanılmaktadır. Karaciğerin oksidasyon kapasitesinin aşılması durumunda, karaciğer fonksiyon bozukluğu ve plazma beta hidroksi bütirik asit (BHBA) konsantrasyonunda artış olmaktadır. Bu olaylar bağlı insülin dirençliliği şekillenmekte, immun yanıt gecikmekte ve immun sistem hücre fonksiyonları bozulur. Enerji metabolizmasının hızlanması ve enerji açığının açığının nonesterize yağ asitlerinden (NEFA) sağlanması, serbest oksijen radikallerinin (ROS) konsantarsyonunda artışına neden olmaktadır. Serbest oksijen radikallerinin düzeyi plazma antioksidan maddelerin nötralizasyon kapasitesini aşarsa, metabolizma yan ürünleri hücre ve dokulara zarar vererek enfeksiyöz ve metabolik hastalıkların şekillenme riskinde artışa neden olmaktadır.
Karaciğer, sütçü ineklerde vücudun en önemli organlarından birisidir ve birçok yaşamsal fonksiyonun sürdürülmesinde önemli rol üstlenmektedir. Laktasyondaki bir inekte toplam kanın %90’ı karaciğerden geçmektedir. Lipidler hariç besinlerin tamamı barsaklardan emildikten sonra vücuttaki diğer organ ve dokulara gönderilmeden önce karaciğerde metabolize edilmektedir. Ayrıca karaciğer diğer dokulardan salınan metabolitlerin ve hormonların metabolizmasını koordine etmektedir.
Karaciğer glikoz, yağ, protein, vitamin ve mineral metabolizması, ketogeneziste, immün sistem fonksiyonlarında, amonyak detoksifikasyonu ve steroid hormonların katabolizmasını düzenlemektedir. Geçiş dönemindeki ineklerde artan metabolik ihtiyaç ve işleyişle birlikte karaciğer fonksiyonları hızlanmaktadır. Sonuç olarak postpartum dönemde ineklerin sağlıklı kalabilmesinde karaciğer kilit rol oynamaktadır.
Geçiş döneminde karaciğerin en önemli fonksiyonu glikoz yapımıdır. Sütçü ineklerde glikoz ve amino asitler yaşamsal faaliyetlerin sürdürülmesi için gereklidir. Glikoz sentezi için kullanılan en önemli ön madde ise propiyonik asit, ikincil kaynaklar ise aminoasitler, laktat ve gliserol’dür.
İneklerde NEFA’da enerji kaynağı olarak kullanılmaktadır. Fakat NEFA konsantrasyonu karaciğerin mevcut oksidasyon kapasitesini aştığında ya da insülin fonksiyon bozukluğu oluştuğunda triasil gliserole (TAG) dönüştürülüp, karaciğerde depolanmaktadır. Sütçü ineklerde karaciğer hücrelerindeki TAG birikimi normal şartlarda %1’den daha azdır. Ancak geçiş dönemindeki ineklerde karaciğer hücrelerinde TAG birikimi artarak bazı hayvanlarda %50 oranına kadar ulaşabilmektedir. Karaciğerde biriken TAG miktarına bağlı yağlı karaciğer sendromunun derecesi belirlenmektedir. Örneğin bu miktar %1-5 olduğunda hafif, %5-10 olduğunda orta dereceli ve %10 dan fazla olduğunda klinik yağlı karaciğer sendromu olarak tanımlanmaktadır. Karaciğerde biriken TAG: karaciğer paranşiminde yağ birikimi, hücre hacimlerin artması, sinüs boşluklarının azalması, endoplazmik retikulum hacminin azalması ve mitokondrilerin zarar görmesine neden olarak karaciğer metabolizmasını olumsuz etkilemektedir. Geçiş dönemindeki inekler karaciğer hücrelerinde aşırı düzeyde TAG birikmesi sonrası kanda nötrofil, eozinofil ve lenfositlerin sayıları azalmakta ve bazı metabolizma (ketozis gibi) ve enfeksiyöz hastalıklara duyarlılık artışı olmaktadır.
İneklerde periparturient dönemde NEFA ve BHBA konsantrasyonları takip edilmelidir. Kanda, doğum öncesi NEFA ve doğum sonrası dönemde de BHBA yükselmesi çeşitli hastalık risklerinin artmasına, üreme performansının ve süt veriminin düşmesine ve sonucunda da sürüden çıkarma oranlarının artmasına neden olur. Geçiş dönemindeki ineklerin iyi bir şekilde idare edilmesi ve beslenme ile ilgili önlemlerin alınmasıyla NEFA ve BHBA konsantrasyonlarındaki artış önlenebilir. Periparturient dönemdeki ineklerde bu metabolitlerin rutin bir şekilde takip edilmesinin hem bireysel olarak inek üzerinde hem de sürü bazında önemli etkileri olmaktadır. Bu rutin testlerin yapılması ile problemli inekler erken dönemde tespit edilebildiği gibi alınacak önlemlerle sürüde birçok problemin de önüne geçilebilecektir. Bu iki parametrenin periparturient dönemde artması negatif enerji dengesinin geliştiğinin ve hayvanların kendi vucut rezervlerini kullandığının göstergesidir.
Negatif enerji dengesinden korunmada en önemli unsur ineklerin ihtiyaç duydukları enerjinin sağlanmasıdır. NED kuru dönem ve geçiş döneminde beslenme hatalara bağlı şekillenmektedir. O nedenle ineklerin, süt verimlerine göre beslenme programı oluşturulmalıdır. Özellikle prepartum dönemde rasyondaki konsantre yem miktarı arttırılmalı, inekler kalabalık gruplar halinde tutulmamalıdır. İnekler kuru döneme girişte ve erken laktasyon döneminde çok yağlanmış veya zayıf olmamalıdır. Çünkü doğum zamanı vücut kondüsyon skoru önemlidir. Bu nedenle ineklere doğuma yakın dönemde geçiş dönemi rasyonu verilmelidir. Doğumdan sonra ise iyi kaliteli silaj (çünkü fermentasyon işlemi bozuk silajlar ketozis’e neden olur) ve yonca veya tahıl verilerek, gerekli enerji sağlanmalıdır. Aşırı fermente olmuş silajlar (aşırı miktarda bütirik asit içerdiklerinden) asla verilmemelidir. Bu önlemlere ek olarak ineklerin laktasyon eğrileri izlenerek ona göre beslenme programları oluşturulmalıdır.
Laktasyonun başlarında ineklere yüksek kaliteli kaba yemlerin verilmesi son derece önemlidir. Yüksek kaliteli kaba yemlerin verilmesiyle konsantre yemlerin rasyondaki miktarını azaltmak mümkündür. Bu şekilde rumen asidozisi ve süt yağı oranındaki azalma gibi problemler de önlenmiş olur. Rumen sağlığı açısından kaba yemin partikül büyüklüğü ve kalitesi son derece önemlidir. Çünkü kaba yemin partikül büyüklüğü artar ise inek daha fazla yeviş getirir ve tükrük üretir. Bu durum rumen pH’sını dengelemek açısından önemlidir. Bu dönemde ineklere kaba yem olarak mısır silajının yanısıra (mısır silajının partikül büyüklüğü küçüktür) partikül büyüklüğü fazla yonca veya kuru ot verilmelidir. Örneğin bu dönemde ineğe 20-25 kg mısır silajı veriliyorsa, rasyona 4-5 kg kadar iri doğranmış yonca veya kuru ot eklenmelidir. Bu şekilde rasyon içindeki protein oranı da arttırılmış olur (mısır silajı enerji bakımınıdan zengin, fakat protein bakımından fakirdir).